İnsanlık için Tevazu Vakti

ÇEVREYE YAPTIĞIMIZ KÖTÜLÜKLER

İbrahim Özdemir

Havası, suyu ve toprağıyla bizi kuşatan ve kucaklayan çevremiz her gün bozuluyor. Son on yıl içerisinde ne kadar çok şey değişti. 

Sadece Marmara Denizi ölüm döşeğinde değil; Ergene, Gediz, Sakarya ve daha birçok nehrimizde fabrika atıkları sonucu artık balık yaşamıyor.

Suyun, havanın ve toprağın kalitesi de sürekli bozuluyor.

Peki tüm bunların sebebi nedir?

Birleşmiş Milletler Hükûmetlerarası İklim Paneli Raporu’nda bunun temel sebebinin ittifakla insan uygulamaları olduğu belirtiliyor.

Tüketim kültürünün şekillendirdiği insanların hayat tarzları maalesef çevreyi tahrip ediyor.

Aslında bunu daha 1960’lı yıllarda Dr. Rachel Carson adlı bir bilim kadını dile getirmişti.

Carson, o dönemde “daha çok ürün, daha çok zenginlik” adına kullanılan bazı tarım ilaçlarının toprağı, suyu ve havayı nasıl bozduğunu görmüştü. Yazdığı Sessiz Bahar kitabında endişelerini dile getirmiş; insanın, içerisinde yaşadığı ve hayatını sürdürdüğü tabiata yönelik yaptığı kötülükleri tek tek anlatmış; böyle giderse gelecekte kuşların ve böceklerin sesini duyamayacağımız baharların geleceğini öngörmüştü.

O günden bu yana birçok kuş ve böcek neslinin türü tükendi. Bunlara bağlı olarak ekolojik dengede de menfi değişimler yaşandı.

Aslında son yıllarda Marmara Denizi’nde yaşanan tam da bu: Tabiatı ve çevreyi kendi ellerimizle katlediyoruz.

Tabiatın bizlere bahşedilmiş bir emanet olduğunu; onun da bizim gibi canlı olduğunu unutuyoruz.

Bugün sahip olduğumuz birçok şey olmadan yaşamaya devam edebiliriz. Ancak temiz su, hava ve toprak olmadan yaşayamayız.

Bu gerçeği COVID-19 sürecinde çok daha iyi anladık. 

Kanûnî Sultan Süleyman, bir şiirinde Allah’ın bize bahşettiği en büyük devletin “bir nefes sıhhat” olduğunu çok güzel ifade etmişti.

Ne var ki birçoğumuz, tüketim anlayışı ile çevreye verdiği tahribatın ve kötülüklerin farkında bile değil.

Âşık Veysel “şâir duyarlılığı” ile insan-tabiat ilişkisini aşağıdaki dizelerinde derinlemesine vurgulamış; bizim çevreye yaptığımız kötülükleri “görmüştü”.

****

Âdem’den bu deme neslim getirdi

Bana türlü türlü meyva yedirdi

Her gün beni tepesinde götürdü

Benim sâdık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinen

Yüzün yırttım tırnağınan elinen

Yine beni karşıladı gülünen

Benim sâdık yârim kara topraktır

Havaya bakarsam hava alırım

Toprağa bakarsam dua alırım

Topraktan ayrılsam nerde kalırım

Benim sâdık yârim kara topraktır

Dileğin varsa iste Allah’tan

Almak için uzak gitme topraktan

Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan

Benim sâdık yârim kara topraktır. 

****

İnsanın çevreye yaptığı tahribatı birinci elden gören diğer bir kişiyse SSCB’nin son başkanı, iki ay kadar önce vefat eden Mihail Gorbaçov’du.

Bizzat devletlerin çevreye yaptığı kötülüklerin ve tahribatın farkında olan Gorbaçov, bir konuşmasında konuyu şöyle anlatır:

“İnsanlara özgürce konuşma imkânı verildikten sonra ekoloji ve çevreyle ilgili ilk toplantılar yapılmaya başlandı. Kimyasal tesislerin ve sağlığa zararlı diğer fabrikaların bulunduğu 90 kasabada birçok yetişkin ve çocuk hastaydı. Bir kısmı benzersiz olan büyük işletmeler de dâhil olmak üzere 1.300 fabrikayı kapattık.”

Görüldüğü gibi “insan mı yoksa sözde kalkınma mı” söz konusu olduğunda Gorbaçov’un tercihi “insan ve çevre” olmuştu; çevreye zarar veren, temiz suları kirleten, havayı zehirli dumanlarla bozan ve toprağı tahrip eden sanayii tesislerini kapatmakta tereddüt dahi etmemişti. Bu çok önemli bir nokta.

Bugün insanların, özellikle de karar verme merciinde bulunanların yapması gereken şey, çok basit ancak bir o kadar da zordur.

Tıpkı zararlı madde bağımlısı birinin kullandığı maddeyi kendi sağlığını yok ettiğini bildiği hâlde kolay kolay bırakamadığı gibi bizlerin de çevreye verdiğimiz zararları birden bırakabileceğimiz düşünülmemeli.

Bu konuda toplumsal bir değişime ihtiyacımız var.

Kendimiz, çocuklarımız ve torunlarımızın ruh ve beden sağlıkları için karar verme aşamasındayız. 

Bilimi esas alarak çevreye verdiğimiz zararı asgariye indirmek için bir an önce harekete geçmek durumundayız.

Soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, üzerinde yürüdüğümüz ve gıdalarımızın temeli olan toprağı zehirlemeden ve kirletmeden kullanmanın yollarını bulmaya mecburuz.

Tabiatın bir bütün olarak bizlere bahşedildiğini unutmadan; tabiatla dengeli ve uyumlu bir iletişim ve yaşam tarzını geliştirmek zorundayız.